Kayıtlar

BİZ ASLINDA İKİ KİŞİYİZ

     İç sesim peşimi bırakmıyor yine. Biz ne güzel anlaşıyoruz onunla. Bana destek olan o aslında bazen de ben ona destek oluyorum.       Yine bir gün tartışıyoruz bu halimizin ne olacağı hakkında o konuşuyor ben dinliyorum ama ben konuştuğumda genelde o dinlemiyor müdahale ediyor hep " Yok öyle değil deyip duruyor."      O beni hayallerle ve yarının umuduyla ayakta tutmaya çalışıyor ama benim realistliğim ön plana çıkıyor. Ben hayat acılarla dolu diyorum.  O yok tuturmuş yarın her şey daha iyi olacak deyip duruyor.     Diyorum bak sana anlatayım hayat niye acılarla dolu olduğunu düşünüyorum;  çocukluğunu düşün biraz.  Nerde büyüdük biz köyde ve mutlu değildik orada şehre gittiğimiz zaman parklarla, arabalarla dolu bir yer ayrıca internet kafeler, oyun alanları bir sürü şey bize cennet gibi geliyordu. Ne oldu sonra büyüyüp çıktık köyden şehire yerleştik, bu sefer o cennet bize sıradan bir yer haline geldi. Ayrıca aynı zamanda okul biter üniversiteye gidip mutlu oluruz hayalin

İNCE ÇİZGİ

Resim
     Ölüm!!!    İnsanoğlunun yıllarca kafa yorduğu bir kavram ve daha da kafa yormaya devam ediyor. Masallar “Bir varmış bir yokmuş” ile başlar. Fakat biz o zaman çocuktuk fark edemezdik bu ayrıntıyı hatta bu cümleyle başladığı için aramızda bir dalga konusu haline gelmişti. “Eee neymiş bir varmış bir yokmuş başka” der geçerdik. Masallarda bu büyük cümleyi yerleştirmekte de yaşadığımız coğrafyanın ne kadar acılarla yoğrulduğunun bir göstergesidir.    Bende şimdi tam bu cümlenin bulunduğu ince çizgide yürüyorum. Nitekim bütün canlılar bu çizgide fakat bunu bilinçli olarak düşündüğümüz zamanlar çok az. Bunu düşünmek ne kadar anlamlı ya da anlamsız bilmiyorum.    Çoğu planlarımız yarın için fakat biz yarın var olacak mıyız? Orası muamma. Hayatın çoğu şeyi zaten yarının umudu üzerine kurulu. Biz yoksak yarın da yok. Fakat bu yarın için neler yapılmıyor ki. Ömer Hayyam’ın “Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.   Kızıl dudakla, mis kokulu şaraplar yok.   Sabahlar, akşamlar, s

İç Sesler

 1  Canım çok sıkılıyor. Hiçbir şey yapasım da yok. İleriye dönük bir umudum da yok. Sadece yaşıyorum. Ama ırgatlık yaparak yaşıyorum. İstemediğim bir savaş diyelim biz ona. Ya da görünmeyen bir savaş. Bu savaşı bitirmek bir nevi benim elimde ama bitirmeye cesaretim yok. Keşke olsa da bitse savaş. Beynimle olan savaşım zaten apayrı ama cesaretim olsa ikisi de bitecek ve ben diye bir şey kalmayacak artık. 2 Hayat bana fazla. Kendimi hayata uyduramıyorum. Ne o beni kabul edip içine sindiriyor ne de ben. Hayata bir yama gibi yapışıp kalmışım. Ne o yamayı sökebiliyorum ne de yama olduğuma karar verebiliyorum. Yaşamak boktan bir şey. Hiçbir anlamı yok. Hiç hiç hiçbir şeyin. Çalışmak çabalamak neyin nesi ona da anlam veremiyorum. Ve bu anlamsızlığın içinde debelenip duruyorum. Ne hayatıma son verebiliyorum ne yaşayabiliyorum.

VAROLUŞ

Resim
   Garip bir halde hissediyorum kendimi. Aslında ne istediğimi bende tam kestiremiyorum. Ne istiyorum ki! Yaşamak mı? Yaşamak ne peki? İnsanlar yıllarca bunun cevabını aramamışlar mı? Bulan var mı? Yok bence. Biz zaten her şeyi kendimize göre yorumlamıyor muyuz? Özellikle de doğayı. Bir ağacı düşünelim o ağacın yaprakların yeşil olduğunu kim yorumlamış, biz insanoğlu. Belki yeşil değildir. Bir kitapta okumuştum. “Varoluşmuş şeyler kendiliğinden oluşur, yaşar ve ölür” demişti. O zaman şimdi oturduğum sandalyenin bir varoluşu yok çünkü bu kendiliğinden oluşmadı onu biz oluşturduk. Peki biz insanları, doğayı, dünyayı tanrı yaratmışsa bizde kendiliğimizden oluşmadık. O zaman bizde varoluşmuş değiliz. O zaman ne varoluşmuştur? Varolan bir şey var mı dünyada. Bende bilmiyorum. Belki vardır. Belki de yok. Onu bizim beynimiz çözebilir mi onu da bilmiyorum. Ne olacak nasıl bir çözüm bulunacak. Belki canımın sıkkınlığı bu düşünceden dolayı oluyordur.   Zaten insan sıkıntı ve acı çekmedikçe bir ş

BEN ve İÇİM

Resim
     Ne kalabalık beni kabul etti ne de ben kalabalığı. Hep ben ve içim yalnız gezeriz ne kadar kalabalıkta olsak da. İçim dedim ya orası koskocaman bir kalabalık aslında. Bazen içinde kayboluyorum. Hatta içimdeki içimde bile bazen kayboluyorum. Hüzünlü bir yer orası. Çok oturup birlikte ağladığımız, her şeye boş vermeye çalışıp da veremediğimiz, birlikte ölümü düşündüğümüz ama bir türlü ölemediğimiz, saatlerce bir ceviz kabuğunu doldurmayan şeyler için kafa patlattığımız zamanlar oldu.   Bir gün yine birlikte kafayı çekiyoruz. Başladık bir konu üzerinde tartışmaya ben bedenimin içinde olduğu dünyadan artık gitmek istediğimi söylüyorum. "Niye diyor?" Ne anlatayım bilmiyorum diyorum neye elimi atsam elimde kalıyor. Onu da geçtim neyi doğru ki dünyanın. İnsanlara baktığımızda insan demeye bin şahit lazım. Daha fazla konuşmak istemiyorum ben gitmek istiyorum diyorum. Fakat bir türlü izin vermiyor gitmeme. "Bak diyor insanlıkta düzelecek, yarın hep bir umuttur". Daha

GÜVEN

Güven!!.  İnsanı huzurlu, mutlu, endişelerden uzaklaştıran ne güzel bir duygu. Biz insanlar her şeyi kirlettiğimiz gibi bu kelimeyi de kirletmeye başladık. Artık en acı veren duygu haline gelmeye başladı. Duyguları da sömürmeye başladık her şeyi sömürdüğümüz gibi. Zaten yeni sistemler bize bunları dayatmıyor mu? Her şeyi tüketim üzerine dayalı. Duyguları da tükete tükete bitireceğiz. Yıllardır robot hâline getirilmeye çalışılan insanlığı sonunda robotlaştırdılar. İnsanlıktan ve kendi özümüzden git gide uzaklaşıyoruz.  Eski saf ve temiz duygulardan eser kaldı diyebilecek var mı? 

RUH HALİ

Resim
Kendimi dünyada yapayalnız hissediyorum. Sanki bir savaş olmuş herkes ölmüş ve sadece ben kalmışım dünyada. Bütün yapılar yıkılmış ya da üzerime yıkılacak gibi. Bazen olduğum yerde irkiliyorum. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Bilsem bile gidemiyorum. Uzay boşluğunda süzülüyor gibiyim. Ayaklarım nereye götürse oraya gidiyorum. Ayaklarımın kölesi olmuşum bir nevi. En son beni bir uçurumun ucuna götürdüğünü son anda fark ediyorum. Sanki savaşta öldüğünü hissettiğim insanların hepsi aşağıda toplanmış beni çağırıyor. “Atla atla” diye. Oturup ağlıyorum uçurumun kenarında. Orada kaç saat oturduğumu bilmiyorum. Zamanı ölçecek bir şey de yok elimde. Güneşi de fark etmiyorum. Hangi yıl, ay, günde olduğumuzu da bilmiyorum.    Kendime geldiğimde hastanede buluyorum kendimi. Başımda hemşire “uyandı uyandı” diye bağırıyor. Bir bakıyorum içeriye polis geliyor.    -Üzerinizde hiçbir kimlik falan bulamadık. Adınız ve soyadınız nedir yakınlarınıza haber verelim.  -Bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Y